Türk Sanayinin en büyük temsilcilerinden biri olan İstanbul Sanayi Odası,
‘‘Sürdürülebilir Rekabet Gücü: Sanayi ve Ekonomide Yapısal Dönüşüm’’ temasıyla 9.kez 7-8 Aralık/2010 tarihlerinde Türkiye’nin önemli sanayi kuruluşlarını bir araya getirdi. Sanayi Bakanı Nihat Ergün, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve İSO Başkanı Tanıl Küçük tarafından açılışı gerçekleştirilen ‘’Sanayi Kongresi ve İnovasyon Sergisi’’ne başta KOBİ’ler olmak üzere sanayicilerin, kamu yöneticilerinin, iş dünyası, üniversite ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin geniş katılımı oldu.
Kongrenin açılışı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve İSO Başkanı Tanıl Küçük tarafından yapıldı.
Organizasyonun açılışında konuşan İSO Başkanı Küçük, ekonomideki olumlu havaya dikkat çekerek sözlerine 2010 Türkiye’sinin resmini çizerek devam etti.
Resmin analizinden çıkan sonuç:
Türkiye 2010’u, büyük olasılıkla, %7-8 civarında bir büyüme ile kapatacak,bu da Avrupa’daki en yüksek büyüme oranı olarak görülmektedir.
İSO Başkanı Küçük,Türkiye’nin 2002’den 2010’a ve geleceğin ekonomisine dair analizini yaparken şunlara işaret ediyordu.(Konuşma içeriği,çok değerli analiz ve stratejik bilgileri içerdiğinden dolayı sizlerle kapsamlı bir şekilde paylaşmak istedim.)
2002-2010 EKONOMİK DENGELER
’’2002 yılında, Türkiye Ekonomisi ağır bir ekonomik krizi henüz geride bırakmıştı. Gelişmelerin yönü hakkında zihinler karışıktı. Ancak 2002’den itibaren ekonomi hızlı bir toparlanma sürecine girdi.
Küresel ekonomi ile bütünleşme sürecimiz, büyük ivme kazandı.
Kongrelerimizin çerçevesinin teması Sürdürülebilir Rekabet Gücü idi.
Hem iç hem de dış pazarımızda rekabet mücadelesi vermek zorunda kaldığımız küresel koşullarda, rekabet gücünün devamlılığı büyük önem kazanmıştı.
2002-2007 yılları arasında, küresel ekonomide rüzgarlar, son derece ılımandı.
2008’de ise, adeta fırtına kopmuş, ılıman iklim yerini belirsizliklerle dolu, sert koşullara bırakmıştı.
Bu yüzden 8. Kongremizi, belirsizliklerin devam ettiği ancak en kötünün geride bırakıldığı düşünülen, daha sakin bir atmosferde gerçekleştirmiştik.
Nitekim, 2010’da, en azından görünürde, küresel ekonomide taşlar nispeten yerine oturdu,Türkiye ise krizden çıkış sürecinde dikkat çekici başarı gösteren bir kaç ülkeden biri oldu.
2009’daki %4,7’lik küçülmenin ardından, 2010’da kayıplarımızı telafi ettiğimiz gibi, artıya da geçmiş olacağız ki, bu, ayrıca önemli bir gelişme.
Esasen, 2010’da tüm dünya ekonomisi için büyüme öngörülüyor ve büyüme rakamlar olumlu olsa da, 2008-2009’daki fırtınaya kıyasla daha rahat nefes alınsa da, küresel ekonomide belirsizlikler henüz sona ermiş değil ve uzun bir süre sona erecek gibi de görünmüyor.
KÜRESEL KRİZ
Küresel krizin akabinde, nerede hata yapıldığı sorgulanmış;
Kontrollü ve kurallı küreselleşme talepleri daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı.
Ancak, bugün gelinen nokta itibarıyla, küresel sistemde, restorasyon eğiliminin çok güçlü olmadığını, aksine, yeni belirsizliklere kapı aralayan gelişmelerin ortaya çıktığını görmekteyiz.
Küresel kriz, kalıcı etkiler bırakarak yoluna devam ediyor.
Küresel krizin iktisat tarihi açısından bir Milat sayılacağı, kriz öncesi ve sonrasının, birbirinden oldukça farklı, iki dünya olacağı ortada.
Kriz, finansal kriz olarak başlamıştı, akabinde reel sektöre sıçradı, şimdi ise, bir borç krizine dönüşmüş durumda.
Avrupa, aşırı borçlanma ve yüksek kamu açıkları sorunu ile karşı karşıya.
Atlantik’in diğer yakasında, ise sorunlar, dolar basarak çözülmeye çalışılıyor.
Çin’in döviz rezervlerini nasıl konumlandıracağı ise, herkesin merak konusu.
Rezervlerinin büyük bölümünü dolarda tutan Çin’in, bu noktada yapacağı bir tercih değişikliği, hem doları, hem Çin’in elindeki varlıkları, hem de tüm küresel dengeleri alt üst etme riskini taşıyor.
KÜRESEL EKONOMİNİN İKİ DEV ÜLKESİ
Dünya, küresel ekonominin iki dev ülkesi arasında, karşılıklı bağımlılık temelinde yürüyen, bu tuhaf dengeyi dikkatle takip ediyor.Batı’dan Doğu’ya doğru güç kayması, küresel krizin önümüze koyduğu en önemli gerçeklerden biri olarak karşımıza çıkmıştı.
Dünya, kendini öncelikle ekonomide belli eden, ama güçlü siyasal, sosyal ve stratejik sonuçları da beraberinde getireceği bariz olan, bir değişim ve dönüşüm sürecinin arifesinde.
Esasen dünya yakın tarihte benzer dönemleri yaşadı.
Birinci Dünya Savaşı döneminde, hem ekonomik hem siyasi süper güç İngiltere idi.
1945 sonrasından günümüze ise, mutlak egemen Amerika idi,Amerikan değerleri idi.Şimdi bu dengeden de çatırtı sesleri geliyor…
Parmaklar çoktandır süper gücün en kuvvetli adaylarından,en azından ortaklarından biri olarak Çin’i işaret ediyor.
“ÇİN DÜNYAYI YÖNETİNCE”
“Çin Dünyayı Yönetince” adlı kitabın yazarı, Martin Jacques, içinde bulunduğumuz dönemi,
“Şimdi, henüz bebeklik döneminde olan ve dünyayı değiştirmesi beklenen tarihi bir sürece tanıklık ediyoruz.Batı tanımı altında toplanan gelişmiş dünya, gelişen dünya tarafından kızağa çekiliyor” diyerek yorumluyor.
BATININ HAKİMİYETİ
Batı’nın,Avrupa ile başlayıp, Amerika ile devam eden, iki yüz yıllık hakimiyeti çatırdıyor.
Bu çatırdıyı Avrupa’nın içinden sesler de ifade ediyor.
Ünlü fransız Sosyolog Alaın Touraıne, “Avrupa’nın çocukları artık zengin ülkelerde yaşamayacak “ tespitini yapıyor.
Touraın’ın küresel ekonomiye yönelik tespiti de çok dikkat çekici.
Touraine, “Küreselleşme sonucu ekonomi etki edilebilir olmaktan çıktı, kontrol edilemiyor, reforme edilemiyor. Ekonomi artık bütün devletlerin hatta ABD gibi en güçlülerin bile üzerinde bir dünya. Sonuç olarak, ekonominin toplumdan ayrıştığı bir dünyada yaşıyoruz” diyor.
Evet, küresel ekonomide, hassas dengeler üzerinde gidiyoruz.
GÜÇ KAYBEDENLER VE GÜÇ KAZANANLAR
Güç kaybedenler ve güç kazananlar arasında, uzlaşmaz çelişkiler ortaya çıkabiliyor.
Krizi tedavi için uygulanan politikalar yan etkiler doğurabiliyor ve tüm bunlar küresel ekonominin gündemine kur savaşları, yüksek enflasyon ve korumacı politikalara dönüş gibi başlıkları taşıyor.
Diğer taraftan, işsizlik ve istihdam, tüm ülkeler için kalıcı ve baş edilmesi giderek zorlaşan bir sorun haline geliyor.
IMF başkanı Strauss-Kahn’ın, küresel kriz nedeniyle 30 milyon kişinin işini kaybettiğini ve bu sayının önümüzdeki yıllarda 400 milyona ulaşabileceğini söylemesi ve yeni küreselleşme çerçevesinde birinci önceliği istihdam, ikinci önceliği istihdam ve üçüncü önceliği de istihdam olarak tespit etmesi çok önemli ve dikkate değerdi.
GÜÇ KAYMASI
Yakın tarihe baktığımızda, güç kayması, yüksek işsizlik ve korumacılık dönemlerine savaşların eşlik ettiğini görüyoruz.İklim değişikliği başta olmak üzere, ekolojik dengenin bozulması ve çevre kirliliği tüm insanlığı tehdit ediyor.
Su kaynaklarımız giderek azalıyor.
Karbon salınımı, atmosferi tahrip etmeye devam ediyor.
Bu konuda dikkatli olmaz, gereken önlemleri almaz isek, gezegenimizi tehdit eden iklim değişikliği riski,ekonomideki dengeleri, siyaseti, her şeyi gölgede bırakacak, anlamsız kılacak sonuçlar doğurabilir.
Tarihin deyim yerindeyse, bıçak sırtı dengeler üzerinde ilerleyen, belirsizlikler içeren bir dönemindeyiz. Devam eden bu süreç, hiş kuşkusuz ki, sanayiyi ve üretim pratiklerini, tüketici davranışlarını, çalışma yaşamını da etkileyecek, değiştirecek ve dönüştürecektir.
Türkiye, bölgesine ve çevre ülkelere yönelik olarak izlediği aktif politika ve yüksek ekonomik potansiyeli ile tüm dünyada dikkat çekiyor, giderek daha çok gündeme geliyor.
Türk özel sektörü olarak, çevre ülkelerle ticaret ve işbirliğimizi geliştirecek bu adımları önemli buluyor, destekliyor ve artarak devam etmesi gerektiğine inanıyoruz.
ÜLKEMİZİN KRİZDEN ÇIKIŞ SÜRECİ VE HÜKÜMET DESTEĞİ
Ülkemiz, krizden çıkış sürecinde dikkat çekici bir başarı ortaya koymuş, ekonomide çok önemli bir zemin kazanılmıştır.Bu başarıda sanayi sektörümüzdeki üretim artışının önemli katkısı vardır.
Esasen gösterilen başarı,Türk Sanayinin ve Türk Ekonomi Yönetiminin, krizlerle mücadele de kazandığı deneyimin bir göstergesidir. Kriz sürecinde, sanayicimiz üretimini, ihracatını, istihdamını korumak ve artırmak için tüm imkanlarını zorlamış,hükümet ve ekonomi yönetimimiz de, uyguladığı politikalar ve yapılan düzenlemeler ile sanayimizin mücadelesine destek verme gayreti içinde olmuştur.Son dönemde,Kobilerimize yönelik finansal destek paketi başta olmak üzere, atılan adımlar olumlu ve ümit vericidir.
Diğer taraftan, krize karşı mücadelede elde edilen başarının yanında, ekonomimizde aksayan bazı tarafların da olduğu bir gerçektir.
Kriz öncesi dönemde olduğu gibi, kriz sonrasında da, ithalatımız yine ihracatımızdan hızlı artmış,
Bu da dış ticaret açığı ve cari açığın çok yüksek oranlarda artmasına yol açmıştır.
Yılın on ayındaki dış ticaret verilerini incelediğimizde, bir başka nokta daha dikkatimizi çekmekte.
Bu dönemdeki, 147,8 milyar dolarlık ithalatımızın, 106 milyar dolarlık kısmını, enerji dahil, ara malı ithalatı oluştururken,aynı dönemdeki ihracatımız, 92,7 milyar dolardır.Dolayısıyle yılın on ayındaki ihracatımız, üretim yapmak için ihtiyaç duyduğumuz ara malı ithalatını karşılamaya yetmemiştir.
Kanaatimizce bir diğer önemli zafiyet, iç tasarruf oranımızın düşüklüğüdür.
2010 yılında, iç tasarrufların milli gelire oranı, gelişmekte olan ülkeler grubu için %33 seviyesinde iken, Türkiye’de bu oranın %12,6 gibi düşük bir seviyede gerçekleşmesi beklenmekte ve iç tasarrufumuz düşük olunca, büyümek için yatırım yapabilmek için dış kaynağa bağımlılık kaçınılmaz hale geliyor.Aşırı doz sıcak para riski, daimi bir tehdit olarak gündemde kalıyor.
Küresel ekonominin, içinden geçtiğimiz bu kritik döneminde, zayıf yönlerimizi güçlendirmek her zamankinden daha önemli hale gelmiş durumda.
Bu noktada özellikle hükümet ve ekonomi yönetimine ama, özel sektör olarak bizlere de önemli görevler düşüyor. ‘’
Bu çok değerli analizini kongrede bizlerle paylaşan İSO Başkanı Sn.Tanıl Küçük’e teşekkürler ediyor bu alandaki çalışmalarını destekliyoruz.